Her insan aşıktır biraz doğduğu, yaşadığı topraklara. Ama Ermenek’te toprak aşıktır insanına. O yüzdendir bilinen bilinmeyen tüm güzellikleri cennetvari cömertlikle insana sunması. Dünyanın heryerinde vardır cennetten bir köşe belki. Ama sarp kayalıkları aşıp varınca o toprağa, cennetin kendisi yada dünyadaki bir yansıması gibi çıkar insanın karşısına. O saklı olmayan cennete ulaşmak bu kadar güç olmamalı diye düşünürken bu zorlu yolculukta şu cevap çıkıyor karşıma. “Aslında bu da Ermenek’in, insanına olan aşkından olsa gerek.”
Düşman gibi görünen zorlu yollar, aslında tarih boyunca korumaya çalışmış kendi insanını düşmanlarından… Belki biraz da “zamanın” iğrenç kirleticiliğinden uzak tutmak için…Hem, yar dediğin nazlı olmalı biraz. Zor ulaşılmalı ki kıymeti olsun. Tıpkı cennete giden yol gibi…
Daha ilk görüşte başlar aşk. İlk önce yeşilin her tonuyla karşılaşır insan Ermenek’te. Karadenizin muson iklimini andıran havasından mütevellit, ormanlarını ayrı tutarsak, ülkemizin bilinen tüm yeşillikleri Ermenek bağlarının yanında “çimenlik” gibi kalır. Doğal güzellikleri en saf haliyle cömertçe sunar size. Dik yokuşları yoracak sanırsınız ama denizde sörf yapar gibi kayar sokaklar ayaklarınızın altından. Ya da tahterevalliye binen bir çocuğun heyecanı kadar hissedersiniz ayaklarınızdaki yorgunluğu. Velev ki yorulmadınız ama durup bir bardak çay içmek istediniz; bir değil onlarca ağaç eğer yapraklarını üzerinize; içten, samimi, güleryüzlü ve birbirinden “anadolu”; Ermenekli ile muhabbetinize ortak olmak istercesine…
Değil toprağına vurduğunuz her kazmadan, elinizi yasladığınız her taşından fışkırır su. Tarih boyunca kutsanıp kutsanmadığı belli değildir suyunun, ama siz içerken kutsarsınız her yudumunda. Uludağ’ı yada Erciyes’i aynı anda yaşarsınız içerken suyundan. Çoşkun dereleri çoşturur, sizi de… Yeni doğmuş ya da yeni ölmüş cennetle müjdelenmişsiniz hissi uyandırır. İnsanın su ve topraktan yaratıldığını ispatlarcasına kendinizi bu suya ve bu toprağa ait hissedersiniz bir an. Geri kalan 364 gününü, kışını, ilkbaharını, sonbaharını düşlemeye çalışırsınız o pınarın ve çevresindeki ceviz, kiraz, elma ve badem ağaçlarının… Ancak nafile bir uğraştır bu. İnsan cenneti düşleyebilir mi? Suyu, pınarı deresi dedim ama bir şey itiraf edeyim; eksiklik olarak görülür mü bilmem ama bir denizi yoktu Ermenek’in. Oda geldi. Meraklılarına…
Kendisini ilk keşfeden insanla başlamış İnsan-Ermenek aşkı. Bu nedenle Ermenek tarihi, mağaralar dönemiyle başlar. Hititler, Akalar, Asurlular, Babilliler, Persler, İskender, Selevkoslar, Bizans Roma ve ilk hristiyanlar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Karaman Beyliği merkezi ve Osmanlı. Bu yüzdendir toprağının her karışında buram buram kokan tarih. Binlerce yılda geçilemeyen İstanbul’u çevreleyen surlardan daha muhkem kaleleri; en az Ürgüp bölgesindeki kadar kaya mezarları ve manastırları; Safranbolu evlerinden daha gerçekçi tarihi evleriyle; camileri, mescitleri, çeşmeleri, hanları, hamamları, medreseleri, köprüleri, tarihi çarşıları ile tarih meraklılarıyla gizem avcılarının gözbebeği olmalı aslında Ermenek.
Türk insanını sevinciyle, hüznüyle, heyecanıyla, çoşkusuyla, giydiğiyle, yediğiyle tanımak isteyen herkesin görmesi gereken bir yerdir Ermenek. Yediğiyle diyorum çünkü ağız tadına düşkün olanların tatmadılarsa “Bu dünyada yaşadım.” demelerine hiç lüzum yok. Tarhana, övmeç, sulu diri, dövme çorbaları, sulu köfte, mıkla, lakişe, darı ve maş pilavları, Ermenek dolması, tarhana kavurması,
keşkek, BATIRIK, kesme makarna, bulgurca, ekmek kadayıfı, kıvırma, yufka tatlısı, kaygana… Binbir doğal güzellik arasında kekiklerle beslenen keçi etinden pirzola ve yayık ayranını çınar altında bir pınar kenarında mangal yapıp yemediysen hiç “Yaşadım.” demeyeceksin bu dünyada.
Bu rengarenk diyarı görmeden gözlerinizi kapatırsanız, o güzel gözlerinizin dünya yüzünde bir ahı kalır, “ah” la gidersiniz.
Yazıyı yazarken farkediyorum ki Ermenek, üzerinde yaşayan her insanı “ferhat” etmiştir aslında. Bu yüzdendir belki her dağındaki binlerce açılmış delik. Kimbilir?… Yazı bittiğinde sen hala bir karayolları haritası aramıyorsan ya da Google görsellerden “Bir bakayım.” demiyorsan ya çoktan ölmüşsün haberin yok, ya da yaşama sevincini tamamen kaybetmişsin demektir. Ya da küçük bir ihtimal, ben bu doğal güzelliği en doğru bir biçimde anlatamamışım demektir. Aslında en iyisi, Ermenek’i, insanın kendinin keşfetmesi…
Son olarak işin edebiyat kısmını bırakıp Ermenek’i, “Mutlaka gidilip görülmesi gereken ilk 10 yer, ya da Türkiye’nin gizli cennetleri arasında saymayan doğa dergilerine” ufak bir hatırlatma yazısı:
Ermenek, Karaman ilinin en güney bölümünde, torosların kuzey yamacındaki kayalıklar arasına kısışmış şirin bir ilçedir. İlçenin, yüzlerce yıldır bozulmamış eşsiz doğal dekoru, güzellikleri yanında bir de zengin tarihi geçmişi vardır. Tertemiz sağlam havası, çoşkun dereleri, sayısız pınarları, göz alabildiğince uzanan yeşilliği, ormanları, zümrüt yamaçları, omuz omuza vermiş dağları ile Oğuz boylarının Anadolu’da mesken tuttuğu ilk ve en eski yerleşim merkezlerinden birisidir Ermenek…
Yüzyıllardır çıkmaz sokak durumunda oluşu; belirli bir nüfustan başkasını barındıracak toprağa veya endüstriyel bir kuruluşa sahip olmayışı nedeniyle bugüne dek ne yeterince gelişip büyümüş, ne de çok geri kalmıştır.
Çevre, islamiyet öncesi devirlerde kurulmuş uygarlık kalıntıları bakımından olduğu kadar islami devir ve uygarlıklar yönenden de eski ve köklü bir geçmişe sahiptir. Özellikle Karamanoğulları beyliğinin ilk başkenti ve uzun süre merkezliğini yapmış olması nedeniyle bu devre ait karakteristik yapılar bölgede halen yaşıyan tarihi belgelerdir. Güzelliğe, tarihe ve doğaya hayran olanlar için övülmekle bitmez; görülmekle yetmez Ermenek….
Herbiri bir tarih yığını şehir kalıntıları, değer biçilemez birer ata armağanı yapıtlarıyla… Havuzlu’su, Tekke’si, Keben’i, Seyran’ı, Yassıkaya’sı, kartpostallara sığmayan görünümleriyle… Bağrında yetişen büyükleri, vefalı, uyanık, çilekeş insanlarıyla…. Yolları, aman vermez belleri, sosyal ve ekonomik sıkıntıları, mutlu ve mutsuz günleriyle…. Üst üste yığılmış kibrit kutularını andıran tipik evleri, bulutlara kafa tutan karlı dağları ve tepeleriyle kendine özgü bir beldedir Ermenek!
Hoşçakalın… Ama bir gün mutlaka Hoşçagelin…
Gelirseniz şayet, değirmenler döndürürsünüz göbeğinde, yedisinden bağdaş kurar sohbet açar, yedisine vakit kalmadan bağ yollarına düşersiniz. Gün ışığı girmeyen, gün ışığı vurmayan bağ yollarına…Yıldız döşeli gecelerinde hiç tatmadığınız uykulara yatar, selvi dallarında sabahını selamlarsınız. Dalından yersiniz meyvaları. Dal dala dayalı ceviz, uç uca dayalı asma ormanlarında gezersiniz. Zamanın yıkıcılığından ve kirleticiliğinden kurtulursunuz. Nefes alır, vermek istemezsiniz…;










Fotoğraflar: Ali Kalkat – Yeniden Başlamak İçin Ermenek Keskin Color / Koro Tanıtım / Ermenek Belediyesi
Keşkek, bulgurca, kaygana… Bu lezzetlerin hepsini bir gün yerinde tatmak isterim. Harika bir yazı olmuş görseller de çok güzel elinize sağlık.
Ur!!!! We have won 🙂
webtubegay.com